23 Aralık 2017 Cumartesi

Dimitriy Şostakoviç


Günün birinde Dimitriy Şostakoviç hakkında bir yüz öyküsü yazacağım aklımın en uzak köşesinden bile geçmezdi. Çağımızın sürprizlerinden biri daha işte.


Tevfik Çavdar'ın bir kitabını (1) arıyordum. Karşıma Şostakoviç'in tarihe tanıklığı (2) çıktı. Yaşamlarımızda beş duyumuzun her birinin çok özel ve önemli anlamları olduğunu, ama en büyük anlamı beyin duyumuzla (3) kazandığımızı düşünüyorum. İnsanların çoğu baktığını göremese, duyduğunu anlayamasa bile; görsel ve işitsel bağların dünyayla ilişkimizde çok özel bir yeri var. Doğayla kurduğumuz bağlar, koklayarak ve tadarak farklı bir boyuta çıkıyor. Dokunmak ise apayrı bir duygu, yaşamak dokunmaktır, dokunmak yaşamak. Suya ve havaya, otlara ve toprağa, kumlara ve denize, havaya ve evrene, en çok da doğaya ve birbirine dokunmak. Yaşamak, yaşamak, yeniden yaşamak, ölüp ölüp yaşamak, yeniden doğmaktır.


Şostakoviç'in adını ilk kez bir senfonisini plaktan dinlediğimde duymuş olmalıyım. Evet, birçok gencin ıssız adam (4) Alper kullanırken görüp Ayla Dikmen'in Anlamazdın şarkısıyla birlikte (5) tanıştığı pikaplar, eskiden yaygın olarak kullanılıyordu. Filmde Ada'nın aradığı kitabı bulup veren Alper, ona bir de plak dinletince aralarındaki ilişkinin akışı değişir.

Pikapların sisteminin manyetik ve sayısal örneklemeye göre daha iyi ve nitelikli olduğu, ses inceliklerini aslına çok yakın verebildiği söylenir. Önemli bir özellik de, müzikle bir nesne (plak) arasında dolaysız bir ilişki kurulmuş olmasıydı. Müzik, o siyah yuvarlağın üzerine yazılmıştı, elle tutulabiliyordu. Müziğin bu özelliği CD'lerden sonra kayboldu. MP3 çalardaki, USB'deki ya da akıllı telefondaki müzikler; artık onları çalan cihazdan bağımsız, özgün renkleri ve biçimleri olan ayrı nesneler değil.

Günün birinde Dimitriy Şostakoviç hakkında bir yüz öyküsü yazacağım aklımın en uzak köşesinden bile geçmezdi. Ama Dimitriy Şostakoviç'i tanımanın, çağımızı anlamayı sağlayabileceğini her zaman düşünebilirdim.

....


Bir zamanlar gördüğüm o plakta Şostakoviç'in bir fotoğrafı var mıydı, bilmiyorum. Popüler şarkıcıların görüntülerine magazin dergilerinde, kartpostallarda kolaylıkla ulaşılabiliyordu. Sanat tarihinde önemli yeri olan kişilerin adlarını duyabilmek içinse, özel çabalar gerekiyordu. Belki bu durum bugün de pek değişmemiştir.


Beethoven'ın gündemin ilk sırasına oturma olasılığı, Lady Gaga'ya göre çok düşük olabilir. (6) Ya da Joan Baez'in müziğinin aranan şarkıcıların arasına girmesi.


Peki bu listeye girmek Fletcher'a müziğinin daha geniş kesimlere ulaşması için ne kadar katkı sağlamıştır? (7) Yine de şunu kolaylıkla söyleyebiliriz ki, yönetimlerin bilgiye erişimi engellemeyi kendi geleceklerinin güvencesi olarak gördüğü yerlerde bazı zorlukları olsa da, Şostakoviç'le ya da herhangi bir sanatçıyla ilgili işitselgörsel ve yazılı kaynaklara ulaşmak artık çok kolay. (8) Sınırları olmayan ve her geçen gün yeni eklemelerle gelişen kaynak okyanusu, ne aradığını bilen ve bulduklarını değerlendirebilecek olanlar için evrenin sonsuzluğunun kapılarını açıyor.


Şostakoviç'i tanımak için 1917'ye gitmek yanlış olmaz sanırım. Yüz yıl öncesini hatırlatan 12. Senfoni'nin (9,10) ezgilerini dinlemek, Dimitri'nin müziğine, yaşamına, düşüncelerine, yaklaşımlarına, seçimlerine, başardıklarını ve başaramadıklarını görüp anlamaya gidecek yoldaki ilk adım olabilir. Kuşkusuz hemen onunla birlikte, belki de en çok tanınan yapıtı olan valsin (11,12) keyifli yolculuğuna çıkılmalıdır. ikinci Vals'in Şostokaviç'e ait olduğuna inanmakta güçlük çektiğimi de söylemeliyim. Ama Ekim Devrimi'nden Leningrad'a (13) uzanan bir yaşam yolculuğuna valslerin de girmesine şaşırmanın, haklı bir nedeni olabilir mi?

Bir müzik insanına ulaşmanın yolu notalar mıdır, zamanda akıp giden sesler ve görüntüler midir?

Yoksa yine de sözcükler midir, bir başka yaşamı ve onun düşüncelerle sürekli değişen dünyasını anlamanın tek kesin yolu?

....


Günümüz koşullarında bilgiye ulaşmak için aralayıp dışarıya ve geçmişin derinliklerine açılabileceğimiz ilk kapı İnternet. Örneğin Wikipedia; "Dmitri Dmitriyevich Shostakovich" için "Rus besteci ve piyanist" olduğunu, 20. yüzyılın en büyük bestecilerinden biri olarak kabul edildiğini söylüyor. (14) Ancak içeriğine ne İngilizce, ne de Türkçe olarak ulaşılamıyor. Neden acaba? Neyse ki IMDB kayıtlarından epey bilgi alabiliyorsunuz. Ama bestecinin akciğer kanserinden mi, kalp krizinden mi öldüğüne karar veremiyorsunuz.

"Dmitri Shostakovich, Biyografi. Doğumu Eylül 25, 1906. St. Petersburg, Rus İmparatorluğu; şimdiki Rusya. Ölümü Ağustos 9, 1975. Moskova, SSCB; şimdi Rusya. Akciğer kanseri. Doğumdaki adı Dmitry Dmitriyevich Shostakovich."

"Dmitri Shostakovich, Rus kültürünün en çok beğeni toplayan entelektüellerinden biridir."


"Müzikleri yüzden fazla filmde yer almış uluslararası tanınan bir bestecidir."

"Dmitri Boleslavovich Shostakovich ve piyanist Sofia Kokaoulina'nın üç çocuğunun ikincisidir."

"Üzerinde en büyük etkiyi yapanlar Johann Sebastian Bach, Ludwig van Beethoven ve Modest Mussorgsky'dir."

"1919-1925 arasında Leningrad (St. Petersburg) konservatuarında piyano ve komposizisyon çalışmıştır."

"1929'da yazar Vladimir Mayakovsky, sanatçı (ressam, heykeltraş, fotoğrafçı ve grafik tasarımcı) Alexander Rodchenko ve yönetmen Vsevolod Meyerhold ile birlikte çalışmıştır."

"1941'de Nazi Almanyası ve müttefikleri Sovyetler Birliği'ni işgal etmişler, Almanya ve Finlandiya kuvvetleri Leningrad'ı kuşatmışlardır. Kuşatma altındaki Kenti savunanlar ve siviller, kuşatma güçleri yiyecek ve enerji tedarik kaynaklarını kestiği için kötü bir yazgıya mahkum edilmişlerdir. Kısa sürede kentteki kuş ve evcil hayvan popülasyonu, hatta fareler yenmiş, çok geçmeden açlık ve besin yokluğu nedeniyle insan eti yendiği duyulmuştur. Leningrad kuşatması; o yılın Aralık ayı itibariyle günde ortalama dört ile altı bin arasında insanın açlık, hastalık, top ateşi, bombardıman ve diğer nedenlerle ölmesine neden olacak kadar sıkıdır."

"Kuşatmanın ilk aylarında Shostakovich Leningrad'daydı. İlk bombardımanlarda hayatta kalmayı başardı ve yoğun Alman bombardımanları sonrasında yangınları söndürmeye çalışan 'gece nöbeti' devriyesine katıldı. Hava saldırıları ve top atışlarıyla yapılan bombardımanlar sonrasındaki ender sessiz anlarda Shostakovich piyanosuna geri dönerek yeni müzikler besteliyordu. 1941 sonunda kuşatma altındaki kentten ayrılabilmesi sağlandı."

"Kuşatma altındayken Nazi hava ve kara saldırıları sırasında bestelemeye başladığı Yedinci 'Leningrad' Senfonisi, onun ulusal ve uluslararası ölçekte tanınmasını sağlayan başyapıtı oldu. Müziği, hayatta kalabilmek için mücadele ettikleri bir dönemde, Leningrad sakinlerinin morallerini yüksek tutabilmeleri için katkı sağladı."

"Shostakovich ve Yevgeny Yevtushenko, Yevtushenko'nun şiirlerinin sesli bir düzenlemesi olan 'Babi Yar' başlıklı ünlü 13. Senfoni üzerinde birlikte çalıştı."

"Dmitri Shostakovich, 20.yüzyıl Rus müziğinin, 'Sergei Prokofiev (I)' ve Aram Khachaturyan ile birlikte en önde gelen isimlerinden biriydi. Beşinci (1937), Yedinci 'Leningrad' (1942) ve On Üçüncü 'Baby Yar' (1952) senfonileri en çok tanınanlar olmak üzere; on beş senfoni yazdı."

"Shostakovich 9 Ağustos 1975'te kalp krizinden öldü."

"Bıraktığı miras, oğlu besteci Maxim Shostakovich ve torunu piyanist Dmitri Shostakovich Jr. tarafından sürdürülmektedir." (15)

....


1965'te doğan Hasan Uçarsu 11 yaşında İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda flüt eğitimine başlamış. Eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı bestecilik bölümünde sürdürmüş. Çeşitli dönemlerde Ahmed Adnan Saygun, ve Cengiz Tanç ile çalışmış; Cemal Reşit Rey, Bülent Tarcan, İlhan Usmanbaş ve Afşar Timuçin'in derslerinde bulunmuş. (16,17)

....


Bir besteci nasıl tanınır? Müziğine mi, fotoğraflarına mı, kendi yazdıklarına mı hakkında yazılmış olanlara mı, kitaplara mı filmlere mi bakmalıyız?

Hasan Uçarsu, "Stalin ve Müzik" başlığıyla yazmış.

"Shostakovich 1906'da St. Petersburg'da dünyaya gelir; 11 yaşına geldiğinde Ekim Devrimi gerçekleşir."

"Yeni bir toplum, yeni bir kültür, burjuva değerlerinden daha farklı bir dinamik yaratmak amacıyla yola çıkan 1917 devrimi aynı şeyi sanatta da uygulamaya çalışır. 1920'lerde müzik sanatının önde gelen bestecileri, icracıları Rusya'ya davet edilir."

Besteciler Birliği'nin 1948'deki eleştirilerinden de söz etmiş:

"Durum çok korkutucudur. Gerekli önlemler alınmalıdır." (18)

Şostakoviç 1906'da dünyaya gelmiş, 11 yaşına geldiğinde Ekim Devrimi olmuş. Bu durumda aradan kaç yıl geçmiş oluyor? Değişen dünya ve geçen zamanda, Şostakoviç ve Ekim Devrimi nasıl bir yerde duruyor? Şostakoviç'in müzikleri karanlığın ve savaşın acılarını mı, ışığın ve barışın valslerini mi anlatıyor?

....

Şostakoviç piyanosunun başında çalışırken, 1950. Fotoğraf: Sovfoto/Universal Images Group/Rex    
Şostakoviç'in yüzü, kuşkusuz öncelikle aydınlık bir müziktir benim için. 20. yüzyılın umutlu acılarını, ışığı ararken karşılaştığı karanlıkları anlatan. Senfonilerinden yükselen ürkütücü seslerdeki şaşırtıcı bir korku ve kaosla birlikte; inanılmaz bir cesaret ve uyumu, insanın ve yaşamın tüm güzelliğini de taşıyan.

Acaba Şostakoviç'le de konuşmuş mudur Fazıl Say kitabında? (19)





1. Tevfik Çavdar, Türkiye'nin Yüzyılına Romanın Tanıklığı, http://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiyenin-yuzyilina-romanin-tanikligi/106599.html
2. Dimitriy Şostakoviç, Tarihe Tanıklığım, www.yazilama.com/urun/bir-sovyet-sanatcisi-olarak-tarihe-tanikligim/
3. Mehmet Arat, Beyin Duyusu, http://lalabeyoykuleri.blogspot.com.tr/2015/09/beyin-duyusu.html
4. Çağan Irmak, Issız Adam, http://www.beyazperde.com/filmler/film-144018/
5. Ayla Dikmen, Anlamazdın, http://www.dailymotion.com/video/x7e10q
6. Popular Artists - 2017, http://www.billboard.com/artists/top-100
7. 21 Musicians We Want to Hear From in 2017, http://time.com/4607341/music-artists-2017-preview/
8. Dimitriy Şostakoviç, www.google.com.tr/search?q=shostakovich
9. Evgeny Mravinsky - Shostakovich, Symphony No.12 "1917", http://www.youtube.com/watch?v=TqOfvcd7hqY
10. Eugenio Carreno Orquesta Sinfónica Juvenil Inocente Carreño, Shostakovich: Sinfonia No. 12, http://www.youtube.com/watch?v=cIOVq6dHdzk
11. Dmitri Shostakovich, The Second Waltz, www.youtube.com/watch?v=F_rY7fpzNC0
12. André Rieu - The Second Waltz (Shostakovich), www.youtube.com/watch?v=vauo4o-ExoY
13. Marin Alsop, hr-Sinfonieorchester – Frankfurt Radio Symphony, Schostakowitsch 7. Sinfonie (Leningrader), http://www.youtube.com/watch?v=_z8TZjcqYhY
14. Dmitri Shostakovich, en.wikipedia.org/wiki/Dmitri_Shostakovich
15. Dmitri Shostakovich Biography, http://www.imdb.com/name/nm0006291/bio, Erişim: 05.11.2017
16. Hasan Uçarsu, www.hasanucarsu.com
17. Hasan Uçarsu; Çığlıklar, Anılar ve Küçük Bir Düş (6.30-8.43) Bilkent Akademi Senfoni Orkestrası, E. Erdinç; http://www.hasanucarsu.com/filestr/Cigliklar,%20Anilar%20ve%20Kucuk%20Bir%20Dus.mp3
18. Hasan Uçarsu, Stalin ve Müzik: Shostakovic Olayı, http://www.obarsiv.com/guncel_vct_0405_hasanucarsu.html
19. Fazıl Say, Akılla Bir Konuşmam Oldu, http://www.dr.com.tr/Kitap/Akilla-Bir-Konusmam-Oldu/Edebiyat/Deneme-Yazin/urunno=0001727847001

12 Eylül 2017 Salı

Meral Kumral

Bizi Meral Kumral'la (1) Don Kişot tanıştırmış. Bulabildiğim en eski tarihli kayıt 09/24/13 günü öğleden sonra tam 3:06'da belirmiş. Buradaki gün, 2013 yılının 24. ayının 9. günü değil. Nedense tarih formatı AA/GG/YY olarak ayarlanmış. Biraz karışıklık yaratıyor ama değiştirmek için uğraşamadım. 21. yüzyılın biz zavallı bireyleri o kadar meşgulüz ki! Soluk alma zamanımız bile sınırlı. Bir saniye içinde ikinci soluğun gelmesi, üçüncününse daha çabuk alınması gerekiyor. Dördüncü, beşinci ve sonrakiler de gittikçe hızlanmalı. Her yeni soluk, bir rekor kırmalı. Beklemeye, sıradanlığın tuzağına düşmeye katlanamayız. Bir an bile yerimizde durmamalı, yürümeli, koşmalı, uçmalıyız. Uyumanın ve düşünmenin zamanı boşa harcamak olduğunu bilerek, bu gereksiz etkinliklere harcadığımız zamanı sürekli azaltmalıyız. Yaşamak ışık hızına yetişmek, onu geçmektir. Evrende ne varsa hepsini aşmalı, erişilmez bir sonsuzluğa ulaşmalıyız. Bu soylu uğraşta üç beş harfin yanlış kullanılması, konuşurken vurguların bambaşka yönlere kayması, eklerin ve bağlaçların doğru kullanımına artık rastlanmaması bir önem taşıyabilir mi? Bunları düzeltmenin büyük yarışı kazanmamızda katkısı olabilir mi? Yeni yollar açmak için uğraşacak yerde önümüze serilmiş duble seçeneklerin peşine takılıvermek daha kolay değil mi? Böylece hem bugünü rahat yaşamanın, hem de yarınları düşünmeden keyfimize bakmanın güzelliğine kavuşmaz mıyız?

Bizi Meral Kumral'la Don Kişot tanıştırmış. Tarihlere pek önem vermemiş. 21. yüzyılda bile şövalye dostlarını ve dünyayı kurtarmak için üzerlerine yürüyerek kahramanlık yapabileceği yeni yeldeğirmenlerini aramış. Galiba kahramanlığının yeni hedeflerini; doğru ve anlamlı söylenen her söze acımasızca saldırarak bu sözleri edenleri önce paylaşım ortamından, sonra evrenden silmek isteyen trol orduları arasında bulmuş.Ne zaman ve ne için yaptığını pek düşünmeden onurlu bir duruş sergilemeye, kendisi ve dostları için bir hak ve adalet zaferi kazanmaya çalışmış.

Bizi Meral Kumral'la Don Kişot tanıştırmış. Yeni bir iletişim ortamında sözlerin büyüsüyle gelecek yeni dünyaların kapısını aralamış.

....

Meral Kumral'la tanıştıktan sonra tanık olduğumuz gelişmelere bakıp kısaca özetleyecek olursak, galiba şöyle olmuş: Don Kişot olmanın bedeli her geçen gün daha ağırlaşmış. Düşündüğünü savunmak acımasızca cezalandırılmış. Üstlerine gelinince "Yeldeğirmenleriyle uğraşmak bana mı kaldı?" diyenler olmuş. Yine de Don Kişot'ların sayısı azalmamış, artmış. Don Kişot için sergiler bile açılmış. (2)

....


"DON KİŞOT OLMAK!" diye bir başlık atmış Meral Kumral.

"İş dünyasının -her alanda- 'artist'lere değil; bir ideal uğruna devrim yaratacak 'Don Kişotlar'a ihtiyacı var!!!" demiş. Şu açıklamayı yapmış:

" 'Cervantes'in ünlü romanı 'Don Kişot', sinemada genellikle bir delinin hikâyesi gibi yansıtılır ne yazık ki! Romanı okuyanlar da yine çoğunlukla kitabı; 'yeldeğirmenleriyle boşuna bir çabayla savaşan bir kaçığın, zavallının hikâyesi' diye özetler... Kimse bu trajikomik hikâyede derinlerde yazarın ifade etmek istediğinin; umutsuzca da olsa çabalamanın, dışarıdan nasıl görünürse görünsün yapmak istediğinin, ideallerinin, doğruların peşinden gitmenin herkesin harcı olmadığını, özetle: şövalyeliğin ya da bu ruha sahip olmanın her durum ve koşulda ancak delice bir inat ve 'sonsuz yalnızlığı' seçerek mümkün olduğunu; herkesin de bunu göze alamayacağını anlatmak istediğini görmek istemez ya da göremez... Görmek, çoğunluğun kendisiyle yüzleşmesidir çünkü. O nedenle Don Kişot olmak yürek ister... Çoğunluk tarafından delilik diye adlandırılan, herkese bahşedilmemiş soylu bir şövalye ruhu ister...Bu ruhu taşıyan ve bir amaç uğruna savaşan şövalye ruhlu Don Kişotlar'a bin selam olsun!.."



24 Eylül 2013'te saat 15:06'da LinkedIn "Tebrikler! Meral Kumral ile bağlantı kurdunuz" demiş. Ama bizi asıl Don Kişot, şöyle tanıştırmış:


25.09.2013, Mehmet Arat, 18:57'de şu mesajı gönderdi:
        Günümüzde Don Kişot olmak çok daha fazla cesaret istiyor.
        "Don Kişot giremez!" görselinin kaynağını merak ettim.


25.09.2013, Meral Kumral, 20:27'de şu mesajı gönderdi:
        Size katılıyorum.Günümüz koşulları kişinin "kendisi" olma yolunda büyük bir engel oluşturuyor.
        Don Kişot görselini sanırım facebook üzerinden temin ettim. Hatırlamıyorum. Resim arşivimde bulunuyordu...


Yeni çağın gereklerine uygun olarak, tanışmak paylaşmak olmuş.

"Her bilgiye kolaylıkla ulaşabileceğimiz içinde bulunduğumuz bu 'digital (!) çağda  'elimde şu dosyalar var; şu şu programları mail adresini verenlerle paylaşabilirim.' türünden paylaşımlara neden şüpheyle bakıyorum anlayamadım. Birden herkes 'paylaşımcı' ruha sahip 'iyi' insan olmaya mı karar verdi, yoksa ben mi kötü niyetliyim bilemedim..."


Yaşamımıza başkalarını beğenmenin yeni yolları girmiş. Meral Kumral yorumlamış.


Eyvaah! Yorumlara da 'beğen' butonunu koymuşlar. Böyle iyiydi. Şimdi 'gerçekten beğenenler'le; 'o benim yorumumu beğenmiş ben de onunkini beğeneyim bari' 'yav adamakıllı laf etmemiş ama beğenmezsem olmaz' 'şu adamın -kadının- yorumlarını hep beğeneyim, yakında iş yapacağız lazım olur' şeklinde düşünenlerin değerlendirmeleri birbirine karışacak..."


Kuşkusuz karışmıştır da. Ama herkes başkalarına laf yetiştirmekle, beğenip beğenilmeye çalışmakla o kadar meşguldür ki; neyin kime karıştığının kimse farkına varmamıştır. Meral Kumral paylaşımlarını ve eğitimlerini sürdürür.


    "Bir Ben mi Yalnızım?" İletişim Teknikleri ve İlişki Kurma
    “İşte Profesyonellik” Olumlu İş İlişkileri ve Kurumsallaşma
    “Fark Yaratmak” Etkili Konuşma ve İş' te Doğru İletişim
    “Neden Anlaşamıyoruz” Doğru İletişim- Güzel Konuşma ve Diksiyon
    “Her Şeyin Bir Adabı Var” İletişim ve Davranışta Doğrular-
    “Sıra Sende Yapabilirsin” Topluluk Önünde Konuşma ve Sunum Teknikleri
    “Anlaşan Dilimiz Konuşan Bedenimiz” Etkili İletişim ve Beden Dilini Doğru Kullanma
    “Martılar Nasıl Konuşur” Dil Yanlışları ve Anlatım Bozuklukları



    “Yazmasam Deli Olacaktım” Yaratıcı Yazarlık
    "Mumlar Kimin İçin Yanıyor” Tiyatro Drama ve Oyunculuk
    Sosyal Medyanın Arsız İzdüşümü: "Afili Yalnızlık"
    Nefes Terapisi ve Doğru Nefes
    Ses ve Tonlama
    Fonetik ve Artikülasyon (3)
    Türkçe Sözlü Anlatım
    Türkçe Dilbilgisi Kuralları Eğitimi
    Sözcük Bilgisiyle Doğru Türkçe ve Vurgu
    Metin Seslendirmesi (Metnin Doğru Yorumuyla Okunması)
    Yaratıcı Drama ve Drama Teknikleriyle Sorun Çözme



"Toprağı hiç çapalamamış birinin başka birine nasıl ekim yapılacağını anlattığını düşleyin, bu durum size anlamlı geliyor mu? Şu an eğitim fakültelerinde isminin önünde birçok ünvan barındıran akademisyenlerin birçoğu, yaşamları boyunca hiç öğretmenlik yapmadan öğretmen yetiştirmeye çalışıyor."



"Temel neden para ve iş güvencesi. Akademisyenler kadro almak istiyorlar ve kadro almak da bir bakıma hakemli dergide yayımlanmış kaç tane makalenizin olduğuna bağlı. Kadro komisyonları, bir akademisyenin 'olgun' araştırmalar yapıp yapmayacağını ölçerken, bu yayınları delil gösteriyorlar.

Maalesef, bugün yayımlanan makalelerin çoğunluğu, bir profesörün kavramsallaştırdığı gibi, 'yaratıcı intihallerden' fazlası değil."


"Hayat entropi ile savaşmaktan ibarettir.
Yatak dağılır biz toplarız, uçuşan tozlar sehpaya konar biz sileriz.
Yediğimiz yemek birkaç saat dayanır, yine acıkırız.
Sevgimizin aşkımızın bile şiddeti azalır. Bitmemesi için uğraşırız.
Her şey biter bozulur ama biz aynı kalması için çırpınırız. Sonunda yine entropi kazanır.
Bizi yaşlanınca, az enerjik ve çok buruşuk bir haldeyken alt eder.
İnsan hayatında, sosyal ilişkilerde ve hatta medeniyet ölçeğinde bir tek yönde durdurulamaz bozulma var.
Devletler yıkılır, sistemler çöker, insanlar ölür, hava kirlenir, hiçbir şey hiçbir zaman eskisi kadar tat vermez. Adeta fiziksel bir kanun gibidir ve her daim geçerlidir.
Entropinin varlığının bilincinde olarak mutlu olmak adeta imkansızdır."


Yeni dünyanın yeni araçlarını iyi kullanmayı öğrenmemiz epey zaman alacağa benziyor. Ama işin bir de hüzünlü yanı var. Yazmaya çalışıp yazdıklarının hiç değilse görülmesini uman insanlar. Yüzlerce mi, binlerce mi, milyonlarca mı?

Meral Kumral epey önce yazmış.








"Yazı yazmakla yazar olunmayacağını siz de bilirsiniz Mehmet Bey! Her blogu olup da 'içini döken' ya da oradan buradan 'kopyalanmış' yazılarla kendini göstermeye çalışanların kendilerinden 'yazar' diye söz etmesini; edebi değer taşıyan eserler üreten ve 'ne yazdığını' bilen gerçek yazarlara edilmiş bir 'küfür' sayarım. Yazı yazmak başka bir şey, 'yazar' olmak başka. Günümüzde yazar 'kumaşı' olan kişi yazdıklarını okutabilmek için hala mücadele vermektedir... Maalesef  'makinelerin' insan üzerindeki hakimiyetinin giderek arttığı bu düzende 'yalın' kalabilmek de zor. Konuyla ilgili olarak yeri gelmişken çok sevdiğim bir sözü tekrar paylaşmak istiyorum. 'At izi it izine karıştı' yani!"

"Yazmanın zor yollarından geçmiş biri, bu işin aslında okumaya dayandığını bilir. Geçmişte şiir okuyandan çok yazan olduğu söylenirdi. Bu hızlı paylaşım ortamında,  İnternet'te hızla dağılan sayfaları da okuyandan çok yazan olabilir. Daha kötüsü, dikkat çektiğiniz aceleyle, belirli bir tutarlılığı olmadan yazılan, paylaşılan, kopyalanıp yapıştırılan malzemelerin hızla artması sorunu. Bu kalabalıkta elmaslar varsa bile onları bulup görebilmek hiç kolay değil. Benim hüzünlü bulduğum, içtenlikle ve çaba harcayarak yazmaya çalışıp umutsuzca anlaşılmayı bekleyen duyarlı insanların durumu."

"Size katılıyorum. Benim de yazmaya yetenekli öğrencilerime çoğunlukla söylediğim bir şeydir: 'Yazmaktan çok, öncelikle deli gibi okumak; kelimeleriniz zihninizde "yeter artık yol ver bana' diyene kadar okumak gerekir. Sonrası bir dürtüdür zaten. Kendinizi elinizde bir kalemle ya da klavyenin başında bulursunuz" derim hep... Geçmişte olduğu gibi şimdi de 'yazar' çok, 'okur' yok Mehmet Bey...  Bir türlü 'okur-yazar' olamadık gitti. Aradaki tek fark; edebi değer taşıyıp taşımadığı. Geçmişte en azından 'okunmaya değer' eserler çoğunluktaydı. Şimdi (birkaç isim hariç) yazılanların birçoğu 'saç baş yolduran' cinsten..."

....

Düşünmek üstüne yazmış. Yazmak üstüne düşünmüş. Okumuş, izlemiş, paylaşmış.







....

Paylaşımlarını başka ortamlarda da sürdürmüş, bağlarını korumak istemiş.



....

Günün birinde Meral Kumral ve Mehmet Arat bir kutlama yapmışlar.

....

Sözle ve yazıyla gelişen dostluklara Don Kişot'un da büyük katkısının olduğunu söylemek yanlış olur mu?

1. Meral Kumral, www.linkedin.com/in/mimkelam/
2. "DON KİŞOT'UN İZLERİ/THE TRACES OF DON QUİXOTE" SERGİSİ, www.facebook.com/media/set/?set=a.804200783036785.1073741854.579216925535173&type=3
3.Meral Kumral, Sesli sessiz ayrımı-Artikülasyon, www.youtube.com/watch?v=IhTZoUhL7J0

5 Eylül 2017 Salı

İhsan Topçu

Hani "Bir yaşıma daha girdim" diye bir söz vardır ya. Galiba İnternet dünyasının yeni iletişim çağında, her an yepyeni yaşlara giriyoruz.






Uzunca bir süredir İhsan Topçu için bir yüz öyküsü yazmak istiyordum. Nereden başlasam diye bakınırken, bir şiiri çıktı karşıma. Şiir gözünü, görmeyi, bakmayı, yaşamı ve tarihi ikiliklerde buluşturan bir şiir. İletişim kanallarından yararlanarak son yıllarda hızla yaygınlaştırılmış olan karmaşa, öfke ve nefret ortamında; böyle duru bir güzellikle ve ustaca hazırlanıp sürdürülen sessiz ve yalnız bir şiir yayınıyla karşılaşmak beni hem şaşırttı, hem de mutlu etti. İhsan Topçu'nun adından, İlhan Berk'in "Ne zaman seni düşünsem, Bir ceylan su içmeye iner, Çayırları büyürken görürüm" diyen bir şiirine ve aşağıdaki ilkelerle yayın yapan Semiramis Kanbak'ın sitesine (1) de ulaşmıştım.

"Kültür ve sanata amatörce hizmet etmeyi amaçlayan bu sitede :

     a) Toplumumuzun genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel
         dayanaklarını sarsan,
     b) Bireyler, topluluklar ve uluslar arasında nefret ve düşmanlığı körükleyen,
     c) Kişileri ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi veya ilişkisi, fiziki kusurları veya yaşı
        nedeniyle aşağılayan,
     d) Şiddet ve zorbalığı özendiren veya kışkırtan,
     e) Çocukları cinsel konularda olumsuz yönde etkileyen,
     f) Kişileri veya kuruluşları eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren veya iftira
        niteliği taşıyan yayınlara yer verilmez." (2)

Nitelikli ve özenli, ayrıştırmayıp birleştiren, insanın ve insanlığın önünde yeni yollar açabilecek bilgi ve güzelliği
buluşturmaya çalışan İnternet sitelerinin çok değerli olduğuna inanıyorum. İhsan Topçu'nun şiiri de ikiliklerden birliğe, nefret ve karmaşadan sevgi ve uyuma giden yola düşen ışıklardan biri olmuş:

ŞİİR ÜSTÜNE İKİLİKLER
 

1.

Şiir gözüm Dağlarca’dır rahatlıkla derim de
nasıl haykırabilirim şiir körüm devlet diye?


2.

Yaşamlarını damıtarak şiir biriktiren genç ozanlara
nasıl anlatabilirim anı da biriktirmeleri gerektiğini?


3.

Kaç şiir okuduysanız sayısının
nasıl gösterebilirim yüzünüze vurduğunu?


4.

Şiirin o uzun yolculuğunda ah
nasıl buluşabilirim her sözcüğün belleğiyle?


5.

Biçim mağarasındaki içi boş sözlü ozanlara
nasıl anımsatabilirim edebiyat tarihinin silgisini?

İhsan Topçu
( 1948  -         )

Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül (3)

İlk kez karşılaştığım bu şiiri görünce, ozanını uzun süredir tanıdığım duygusuna kapıldım.

....


Bilginin anlamı değişti. Artık sözlüklere, ansiklopedilere bakmak gerekmiyor, "Kim kimdir?" yayınları eskisi kadar değerli değil. Soruların yanıtları İnternet üzerinden ilk kaynağından bile alınabiliyor. İhsan Topçu'yla ilgili 4 Eylül 2017'de eriştiğim bazı bilgiler şöyle:

YAYIMLANAN YAPITLARI: Üçüncü Mevki Duygular (1969), Yarınsız Sayfaları Yırtıyorum (1975), Arayış Yol Arıyor (1990),  Gökyüzünü Yitiren Kuş (1994), O Yitik Kıpırtı (1996), Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül (2003), Kocaeli Günümüz Şiiri Antolojisi (2005), Hiçliğin Diliyle (2008).

ÖDÜLLERİ: 1. İsveç’te 1992 yılında uluslararası boyutta düzenlenen bir yarışmada, Gökyüzünü Yitiren Kuş adlı şiir dosyasıyla “Hümanist Enternasyonal Şiir Onursal Ödülü”nü, 2. 2004 yılında Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül kitabıyla “Ş. Avni Ölez Şiir Emeği Ödülü”nü, 3. Sesi Kendine Arkadaş adlı şiir dosyasıyla "2012 M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü"nü,     4. Kalbinden Kanıyor Zaman adlı şiir dosyasıyla "2013 Oğuz Tansel Şiir Ödülü"nü aldı.

Özgeçmişinde yaşamından ve eğitiminden kesitler, çalışmaları görülebiliyor:

"30 Ağustos 1948 tarihinde Sürmene’nin Kuşluca köyünde doğdu. İlk ve ortaokulu Trabzon’da, liseyi 1965 yılında Kilis’te bitirdi. Aynı yıl girdiği İÜ Hukuk Fakültesinden 1967 yılında kendi isteğiyle ayrıldı. 1967 yılında girdiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1971 yılında bitirdi. 13 Ocak 1972 tarihinde Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı."

"Değişik liselerde ve Kocaeli Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliği, kısa aralıklarla da yöneticilik yaptı. 7 Mart 1994 tarihinde Kocaeli Üniversitesinde Türk dili okutmanı olarak göreve başladı. 19 Ekim 1994 tarihinde Türk Dili Bölüm Başkanlığına atandı. 30 Mart 1995 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimini, o zamanki adıyla Şiir Okulunu kurdu. 22 Ağustos 1996 tarihinde Şiir Okulu Müdürlüğüne atandı. Şiir Kitaplığı düşüncesini Aralık 1996’da Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Biriminde hayata geçirdi. Türk Dili Bölüm Başkanlığı ve Şiir Okulu Müdürlüğü görevlerini 22 Aralık 1998 tarihine kadar sürdürdü."

"17 Ocak 2006 tarihinde, meslekte 35. yılında emekli oldu. Kocaeli Üniversitesinde Türk dili dersleri vermeyi sürdürüyor."

"UNESCO “Dünya Şiir Günü” kutlama kararını vermeden iki yıl önce, Kocaeli Üniversitesinde Şiir Bayramlarını başlattı ve emekli olana dek, 10 yıl kesintisiz sürdürdü."

"İlk şiiri 1964 yılında Kilis Hududeli gazetesinde yayımlandı."

"Kocaeli Günümüz Şiiri Antolojisi’ni hazırladı. (2005)"

"35. sanat yılı, Saraybahçe Belediyesi ve 40. sanat yılı, Kocaeli Üniversitesi tarafından İzmit’te; 45. sanat yılı, Forum Edebiyat dergisi tarafından Kadıköy Barış Manço Kültür merkezinde kutlandı."

"Şiir ve düzyazıları Cumhuriyet Kitap, Kıyı, Papirüs, Eski, Berfin Bahar, Düşlem, Güney, Ilgaz, Ozanca, Hakimiyet Sanat, Güzel yazılar, Çağdaş Türk Dili, İnsancıl, Karşı, Türk Dili Dergisi, Poetikus, Şiir Ülkesi, Yaşasın Edebiyat, Pencere, Damar, Agora, Afrodisyas Sanat, Akköy, Etken, Karşın, Şehir, Eliz, Yeniyazı, Temren, Üvercinka, Yaşam Sanat ve daha birçok dergide yayımlandı."

"Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Biriminin yayın organı olan Gökyüzü adlı şiir dergisinin, çıkış yılı olan 1996’dan 2005 yılına dek, yayın yönetmenliğini yaptı."

"Basılı yerel gazetelerimizden Özgür Kocaeli’nde (www.ozgurkocaeli.com.tr) “Perşembe Yazıları” başlığı altında 2006-2011 yılları arasında yazdı."

"2012 yılında Kocaeli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde, Yard. Doç. Dr. Hasan Kolcu danışmanlığında, Handan Karamert tarafından kendisiyle ilgili bitirme tezi verildi. Tezin adı: Edebiyatımızda İhsan Topçu Şiirleriyle İlgili Değerlendirme Yazıları." (4)








Sanatlog'da da Serkan Engin'in İhsan Topçu hakkında bir yazısı yer almış:

"Hâlâ – sanırım ilk aşkı olan ve kendisine kavuşamadığı- Gülten’e şiirler yazacak kadar da naif bir şairdir. Zaten ne zaman biri Gülten dese aklıma İhsan Topçu gelir ya da biri Feride dese Yılmaz Odabaşı ve biri Aysel dese Attila İlhan."

"Bugün Uluslararası Pen’in de kabul edip her yıl dünyanın dört bir yanında kutladığı 'Dünya Şiir Günü'nün fikir babası İhsan Topçu’dur ve Pen’den yıllar önce Kocaeli Üniversitesi’nde bu kutlamaları başlatmıştır. Pen’in Türkiye temsilcileri olan Tarık Günersel ve Gülümser Cengiz’in, İhsan Topçu’dan feyz aldıkları bu kutlama geleneğini, Uluslararası Pen Genel Merkezi’ne önermelerinden sonra da 'Dünya Şiir Günü' kutlaması enternasyonel bir boyuta ulaşmıştır."

"Sürmene’nin Kuşluca Köyü’nden kanatlanıp Şiir’in kalbine konan bir 'sonsuz kanatlı kuştur' İhsan Topçu." (5)

İhsan Topçu'nun ilk şiiri 1964 yılında Kilis Hududeli gazetesinde yayımlanmış. Benim ilk öykümü yazdığım yılda. (6)

....


İhsan Topçu 28 Mayıs 2013'te edebiyatçılara seslenmiş:

"Değerli edebiyatçı, özellikle genç arkadaşım ! Ülkemizin edebiyat ortamında olagelen taraf tutmalar seni hiç üzmesin; tam tersine o kadar kamçılasın ki o göklere çıkarılanlar değil, senin adın yazılsın edebiyat tarihine. Bunun sırrı nerede saklı biliyor musun ? Sen ona buna aldırma, çalış ve en güzel ürünlerini yarat." (7 )

....

Sanat Dünyası'nda (8) İhsan Topçu'yla ilgili bazı paylaşımlar yer almış.



Mehmet Arat, İhsan Topçu'nun fotoğrafını paylaştı.
24 Eylül 2012, İhsan Topçu, 22 Eylül 2012

İLK AŞKLARDA KALDI MASUMLUĞUMUZ / İhsan Topçu

Küçük yaşta ne duygular tatmışım umulmadık
Çok erken tanışmışım karasevdayla
Trabzon Trabzon olalı ilk kez
Naciye kokardı boydan boya

Boyuma bosuma bakmadan Uzun Sokak’ta
Parke yolları pembe düşlere boyardım
Görebilmek için nar dudaklı sevgiliyi
Şöyle bir kenardan
Martılar kadar masum ve utangaçtım

Gözler kulaklar Boztepe’de
Eller sofradayken oruçlu
Vah olsun iftara pide yetiştiremediğim günlere
Kolay değil
Naciye’nin okuldan çıkışı
Rastlıyor o saatlere

Mahallesine gidip tatil günleri
Az mı beklerdim pencereye çıkışını
Göz göze gelirdik bazen
Kendimce bir anlam çıkarırdım
Boşa çekmişim kürekleri Ortahisar’dan Arafilboy’a
Sözlüymüş meğer dayısının oğluyla

Odamın duvarları / hey odamın duvarları
Nasıl da üzerime gelirdiniz
Kendimi zor atardım dışarı
Ganita’da sahili döverken Karadeniz
Başka dünyalara uçardı yüreğimin sıkıntıları

Kumral saçlı uzun boylu bir subay kızı
Liseli ilk aşkımdı Ankaralı Semra
Şimdi aradan çok sular geçti
Atapark’ta kalpler çizip adını kazıdığımı
Söylesem kızmazsın ya

Ders çalışırken geceleri
Kitap sayfalarına sığmazdın
Hüzünlü güzellikler yaşatırdın okul yollarında
Vallahi kimse bilmezdi benden başka

Zil çalar çıkardık
Sen sınıfta kalırdın
Teneffüsler ne kadar da kısa gelirdi
Zilden önce çalardı Hayri Bey düdüğünü
Göz göze gelirdik ara sıra
Sen Trabzon Lisesi gibi onurluydun
Çillerin ne kadar da güzeldi
Gözlerin bir çift manolya

Kalemim sende kalmıştı bir keresinde
İsteyememiştim cesaret edip de
Sen de söylemedin
Niçin geri vermemiştin ki
Aklıma gelince merak ederim ya
Yoksa bir şey mi vardı aramızda


Mehmet Arat, İhsan Topçu'nun gönderisini paylaştı.
22 Nisan 2013, İhsan Topçu, 19 Nisan 2013

OĞUZ TANSEL 2013 ŞİİR ÖDÜLÜ İHSAN TOPÇU’NUN

Oğuz Tansel’i anılarda yaşatmak, kişiliğini, düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak, genç kuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini değerlendirmek amacıyla verilen Oğuz Tansel Yazın Ödülü bu yıl şiir alanında bir dosyaya verilmiştir. Ödülü Şair İhsan Topçu “Kalbinden Kanıyor Zaman” adlı dosyası ile kazanmıştır. Eray Canberk, Refik Durbaş, Prof. Dr. Cevat Geray, İlhan Gülek ve Metin Turan’dan oluşan seçici kurul, Topçu’nun eserini oy çokluğu ile ödüle değer bulmuştur. Bu öneride sayın Topçu'nun bunca zamandır şiire verdiği emek, değerli şairimiz Oğuz Tansel'in izini sürerek halk şiirinden de yararlanması etkili olmuştur. Oğuz Tansel Şiir Ödülü Töreni 30 Mayıs 2013 Perşembe günü saat 18.00’de, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde (Kennedy Cad. No:4) yapılacaktır. Mehmet Çevik’in sunacağı törende Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, Prof. Dr. Cevat Geray, Prof. Dr. İlhan Tomanbay, Prof. Dr. Aysıt Tansel ve Metin Turan birer konuşma yapacak ve Oğuz Tansel’den şiirler okunacak. Tören, Şef Cihan Can’ın yöneteceği Sevda Cenap And Müzik Vakfı Kadınlar Korosu’nun konseri ile devam edecek ve ağırlama ile son bulacak. Oğuz Tansel Şiir Ödülü Töreni, Çankaya Belediyesi, Folklar/Edebiyat Dergisi, Troya Folklor Araştırmaları Derneği ve Ankara Aydınlığı Girişimi tarafından düzenlenmektedir. Katılım serbesttir.

Prof. Dr. Aysıt TANSEL




Mehmet Arat, İhsan Topçu'nun gönderisini paylaştı.
15 Temmuz 2013, İhsan Topçu, 13 Temmuz 2013

GÜNÜMÜZ ŞİİRİNE ELEŞTİREL BAKIŞ / İhsan Topçu

Günümüz şiiri için, kaba hatlarıyla, farklı iki özellikten söz edebiliriz: birincisi, 1980 sonrası şiirin izlerini hâlâ taşıyor olması; ikincisiyse, yaşamı, dış dünyayı şiire dahil etmesi. Bu iki anlayış, birbirinden ayrı yataklarda akıyor ve bu durum, şiirimizde dönüşümün gerçekleşeceği günlerin yakın olduğunu gösteriyor.



Mehmet Arat, İhsan Topçu'nun fotoğrafını paylaştı.
18 Nisan 2014, İhsan Topçu, 17 Nisan 2014

Bana "Uzaklarda bir ateş yanıyordu. Herkes biliyordu ki günün birinde sönecekti. Yine de o kaçınılmaz sona dek onun içlerini ısıtmasını, çiçeklerin güzelliğini yumuşak bir ışıkla boyamasını istiyorlar, bu küçük sevinçlerde büyük mutluluklar buluyorlardı." yazdıracak fotoğraflardan biri olabilirdi. Sanat Dünyası 2012, Uzaklardaki Ateş

 ....














....

Mehmet Arat, İhsan Topçu'nun gönderisini paylaştı.
15 Şubat 2017, İhsan Topçu, 14 Şubat 2017
Hüzün verdi toprağa düşen kuş. Şiirin bir dizesi daha yok mu? Hiç değilse küçücük bir ışık çiçeği belirse yanında. İhsan Topçu eğilip koklasa.

....


Işık hızında iletişim olmasa, İhsan Topçu ve Mehmet Arat Sanat Dünyası'nda buluşabilir miydi? Beş yıllık arkadaşlıklarını kutlayabilirler miydi? (9)


1. Semiramis Kanbak, Şiir Parkı, http://www.siirparki.com
2. Semiramis Kanbak, Şiir Parkı, http://www.siirparki.com/ilkeler.html
3. İhsan Topçu, Şiir Üstüne İkilikler, http://www.siirparki.com/ihsantopcu5.html
4. İhsan Topçu, www.facebook.com/ihsantopcu1948
5. Serkan Engin, Şiirin Çocuk Kalpli Şövalyesi, http://www.sanatlog.com/sanat/siirin-cocuk-kalpli-sovalyesi/
6. Mehmet Arat, Eski Öyküler ve Elli Yıllık Bir Öykü: Devrilen Tren, http://eskioykuler.blogspot.com.tr/2014/09/eski-oykuler-ve-elli-yllk-bir-oyku.html
7. İhsan Topçu, http://www.turkiyeedebiyati.com/?Syf=26&Syz=249810, 28 Mayıs 2013
8. Sanat Dünyası Tarihi ve Yeni Bir Dönem, http://gruplaringrubu.blogspot.com.tr/2017/08/sanat-dunyas-tarihi-ve-yeni-bir-donem.html
9. Mehmet Arat, Yüz Öykülerinden Kesitler, Yitirilen Anıların Aynaları, http://mehmetarat2000.blogspot.com.tr/2017/06/yuz-oykulerinden-kesitler-yitirilen.html